top of page

POPÜLİZMİN TAHAKKÜMÜ: TÜRKİYE'NİN GÖÇ MESELESİ




Türkiye, son on yıldır tarihinde görülmemiş bir göç hareketine şahit oluyor. Çevre ülkelerdeki savaşın, kıtlığın ve küresel ısınmanın artması neticesinde insanlar kitleler halinde Türkiye’ye doğru yol alıyor. Dünyadaki jeopolitik konumu ile insan hareketliliklerinin tarih boyunca yaşandığı bir bölge olan Anadolu, yine büyük göçlerin rotası olmaya devam ediyor. Özellikle çoğunluğu Suriye, Irak ve Afganistan’dan olan milyonlarca insan Türkiye’ye sığınmış durumda. Birleşmiş Milletlere bağlı DESA’nın (Department of Economic and Social Affairs) 2019 raporuna göre Türkiye 5,8 milyon sığınmacı ile dünyanın bu konuda lideri konumundadır. Bu sayıya kayıtsız olanları da dahil ettiğimizde

Türkiye nüfusunun yaklaşık %10’u tekabül eden bir sayıya ulaşmak mümkün.


Türkiye gibi kurumsal ve ekonomik kapasitesi düşük bir ülkenin on yılda nüfusunun %10’una yakın sayıda sığınmacı alması çok ciddi sonuçları olacak hadiseleri tetikleyebilir. Nitekim Avrupa’nın en büyük ekonomisi olan Almanya’nın mevcut sığınmacı ve mülteci sayısı Birleşmiş Milletlere göre 1,5 milyon civarında. Buna rağmen Almanya, sığınmacıların entegrasyonunda ciddi sıkıntılar yaşamaktadır. Bundan dolayı sonra yeniden değineceğim Türkiye-AB Geri Kabul Antlaşması'na ön ayak olan ülke yine Almanya olmuştur.


10 yıldır artarak devam eden bu meselenin son dönemde hararetle tartışılma sebebinin çok açık bir şekilde ekonomik kriz olduğu görülüyor. Sığınmacıların ekonomiye yaptığı ağır yükün her geçen gün artması ve buna paralel olarak kendine siyasette alan açmak isteyenlerin bu minvalde popülist söylemlere sarılması biriken öfkenin sığınmacılara kanalize olmasına sebep oluyor. Kadir Has Üniversitesinin yaptığı Türkiye Eğilimleri 2021 raporuna göre “Türkiye’nin gündeminde en önemli sorun” sorusuna mülteciler cevabını verenlerin oranı üç yılda %3,7’den %17,9’a kadar yükselmiştir. Yine aynı araştırmaya göre Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde mülteciler, ekonomik buhrandan daha önemli bir sorun olarak görülmeye başlanmıştır.




Tabandan gittikçe yükselen sığınmacı karşıtlığının siyaset tarafından çok geç idrak edilmesi bu konuda çok büyük bir boşluğun oluşmasını sağlıyor. Oluşan bu boşluğu ise son derece sığ, hakikatten uzak popülist diskurlar çok büyük bir destek ile doldurabiliyor. Popülist siyasetin en önemli vasıflarından bir tanesi önerdiği tedavinin tatbikinin kolay ve hızlı olması. ‘Bir senede hepsini göndereceğiz’ gibi sert ve kesin çözümler insanları böylesine girift sorunların çözümündeki düşünme süreçlerinden menedip 'oy karşılığı sorumluluk almamak’ gibi bir pazarlığın edilmesini sağlıyor. Bu şekilde ruhen seçmenin yükünü ciddi şekilde azaltan popülistler bu siyasetin meyvesini tam anlamıyla alıyor ve âdeta kamuoyu tarafından taltif ediliyor. İlaveten bu süreç sağ popülist ve sol popülist diskurların birbirini mütemadiyen ve mütekabilen beslediği bir kısır döngüye hapsoluyor ve asıl meseleden çok ciddi bir şekilde sapıyor.


Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında, Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni ve Geri Kabul Anlaşması İmza Töreni, Aralık 2013



Türkiye’de yeni tecrübe ettiğimiz bu durum aslında Avrupa’da uzun bir zamandan beridir mevcut. Yıllardır yoğun bir şekilde göç alan ve 2.Dünya Savaşı’nda Nazizmi tecrübe eden Avrupa, siyaset sahnesinde popülist partilere çok alışkın. Avrupa'nın birçok ülkesinde popülist ve aşırı sağ partiler azımsanamayacak derecede oy oranına sahip. Örneğin Fransa'da Le Pen'in başında bulunduğu aşırı sağ Ulusal Cephe Partisi, 10 Nisan 2022 tarihinde gerçekleştirilen seçimde %40'a yakın oy oranını yakalayarak rekor kırmıştır. Gittikçe güçlenen popülist partilerin iktidara gelmemesi veya ortak olmaması için ise Avrupa çeşitli tedbirler alıyor. Hatta bazen bu tedbirler demokrasiyi aşındırıcı bir hüviyete de sahip olabiliyor. Bu tedbirlerden en bilinenleri koalisyon kurmak ve aşırı sağa karşı sansür ve yasak uygulamak. Böylelikle popülizm iktidardan bir şekilde uzaklaştırılıyor.


Sonra değineceğimi söylediğim AB ile Geri Kabul Antlaşması'nı bu minvalde değerlendirmek çok doğru olacaktır. Avrupa, bu antlaşmayla bir nevi popülizmi Türkiye’ye ihraç etmiştir. Türkiye, vize serbestisi sürecini hızlandırma ve fon ayırma vaadiyle (hiçbir zaman gerçekleşmedi) âdeta göçmen çöplüğü haline getirilmiştir. Anlaşmanın özellikle dördüncü maddesine göre Türkiye, dünyanın herhangi bir yerinden gelen ve Türkiye topraklarını transit olarak kullanıp Avrupa’ya geçen mültecileri geri almak yükümlülüğündedir. Aynı zamanda bu geçişlere engel olacağını da taahhüt etmiştir. Böylelikle Türkiye'ye sadece on yılda nüfusunun yüzde onuna yakın sayıda mülteci/sığınmacı gelmiştir.


Türkiye’nin Yunanistan sınırındaki bir mülteci, Meriç nehrinden Yunanistan’a geçtikten sonra, Yunanlı güvenlik güçlerinin sebep olduğunu söylediği yaralarını gösteriyor.



Türkiye’nin gündemini yoğun bir şekilde işgal eden göç meselesi eğer gerçekten halledilmek isteniyorsa işe Geri Kabul Antlaşması’ndan başlanması gerektiği söylenebilir. Sadece küresel ısınma sebebiyle dünya genelinde 2050’ye kadar 200 milyon kişinin mülteci konumuna düşeceğinin tahmin edildiği bir konjoktürde Türkiye, Avrupa’dan NRP (Norweigan Refugee Council), Sınır Tanımayan Doktorlar ve BM gibi Geri Kabul Antlaşması'na karşı olan kurumların da desteğini alarak yükün daha adil paylaşıldığı ve geri gönderme temelindeki bir perspektif ile çözüme ulaşmaya çalışmalı. Eğer yük Türkiye’nin sırtına yüklenmeye devam edilirse düşük kurumsal kapasitesi ve kırılgan ekonomisi ile Türkiye büyük iç karışıklıklara sahne olabilir.


Hasan Ağır


KAYNAKÇA:











41 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page