
Bir tek kelimeler kaldı elimizde. Varsayılıp söylenmemiş sözler, umursamazlık ve inadına yanlışın diretildiği bir ego savaşından fazlası değil artık bu yaşananlar. Hakkımızı her savunduğumuzda sözde vaatler ve geçici yaptırımlarla yoluna devam eden bir düzenin içindeyiz. Savrulmaya mahkum olduğumuza inandırmaya çalışan bir avuç insanın, yapabileceklerinin sonsuz olduğu düşüncesiyle oldu artık yaşananlar. Başlarına bir şey gelmeyeceği güvenciyle kendilerinde hata görmeyen açgözlü zihinlerin yazdığı insanlık dışı nöbetler, “biz de bizden öncekilerden böyle gördük” bahanesiyle aslında görevi olmayan sayısız işi yük olarak bindiren bu beyinler, aslında ne kadar cani olduklarını bu yaptıklarıyla ispat etmektedirler.
Bu yazıyı yazmak için bile birilerimize bir şey olur korkusuyla iki kez düşünüp oturuyoruz bu ülkede masaya. Meslek hayatımız boyunca hepimiz ölüm korkusunu düşünmeye hapsolduk. Biz geleceğin hekimlerine derslerimizde, eğitimlerimizde kendinize dikkat edin deniyor artık. Hastanelerde hekime şiddeti kendine hak gören yaratıklarla ve kendi içimizde de “kadın” olduğu için cerrahi yazma diyen sözde meslektaşlarla dolu dört bir yanımız. Övünç kaynağı olarak adlandırılan hekimler kendini bilmez varlıkların birkaç imzasına bağlı yaşıyor hayatlarını ve maalesef bu varlıklar birkaç kişiden çok daha fazlası. Türkiye’nin dört bir yanından daima duyuruyoruz. İstifa eden asistanlar, yurtdışına giden, sözde veya fiziksel şiddete maruz kalan doktorlar... Kaybedilen bir canın yanında lafı bile edilemez duruma geldi. Bu ülkede yıllardır olduğu gibi yine susar ve devam ederdik biz sonuna kadar çalışmaya. Bir kelime yakınmadan Rümeysa ablamız da devam etmişti. Peki şimdi kim verecek hesabını 36 saatlere atılan imzaların? Siz bu yazıyı okurken bir yerlerde hala 30. saatinde koşturan nicelerimiz var. Susmamanın vakti geldiğini anlamak için daha kaç kez canımız yanmalı? Derslerine adadığı bir ömrün sonunda ülkesine faydalı olmak için verdiği emeğin karşılığını insanlık dışı şartlarla görüyor bu ülkede hekimler. Bir emrin altında hayatlarını kaybeden ve karşı çıksaydı da suya savrulacak olanlarla dolu bizim gemimiz. Pusulamız çok önceden şaşırdı yönünü ve düzeltmeye yetmiyor mu hiçbirimizin kuvveti? Bir yerlerde bu düzeni bitirmek için daha kaç can gerek ve daha ne kadar insan haysiyetini bir kenara bırakıp bu akıl almaz düzeni devam ettirecek?
Tek isteği mesleğini layığıyla yapmak olan biz hekim adayları, genç hekimler ülke büyüklerinden tek bir şey istiyoruz: Bize güvenli bir meslek hayatı verin ve sakın veremem demeyin. Çünkü her yaptırılan işte, her tutulan nöbette, kaybedilen her bir ömürde sizin imzalarınız var. 36 saatlik nöbetinin içinde 5 dakikada bir hasta bakmak zorunda bırakılan hekimler yine birkaçının imzası yüzünden bu durumdalar. Artık yalvarıyoruz duyun sesimizi! Artık bir şeyler değişsin veya değiştirmeye gücü yetmeyenler çekilsinler bir kenara. Yanlışı, haksızlığı söylemeyi suç sayanların yönettiği ezilenler olmaktan uzağız artık biz. Sandığınızdan daha masumuz ve kaybettiğimiz herkes için sizden daha çok üzülüyoruz. Çektiğiniz azarlar ve görevimiz olmayan işleri yaptırmanızdan bıktık; bizim canımız da sizinkiyle aynı değerde bu meslekte, anlayın artık! Mobbinglerinizin ve kendinizde her şeyi yapmayı reva görmenizin sonuna geldik; sizlere kimsenin bizi zorladığınız için kızdığı yok. Hepimiz aynı zor yıllardan ve eğitimlerden geçmek zorundayız biliyoruz ama sonunda ölüm olan bir yola girmeyi kusura bakın ya da bakmayın reddediyoruz. Bugün hala azarlayarak ego tatmini yapan hocalara saygıyı, 36 saatlik nöbet tutturanlara ise haysiyet kavramını hatırlatmak istiyoruz.
Görevlerini yapmak uğruna canını feda etmiş tüm hekimlerimizi rahmet ve şükranla anıyoruz. Ailelerine sabır ve başsağlığı diliyoruz. Ziya Paşa’nın dediği gibi her Adem görünenin Adem sanılmaması gerektiğini bizlere yıllar sonra tekrar kanıtlayan tüm yöneticilerimize sonsuza kadar haram ettiğimiz haklarımızla...
Stj. Dr. Kaan Emre Yılmaz
Comments