top of page

YUNUS İLE SEVELİM SEVİLELİM

2021.


Küresel pandemi karşısında karantinada başlayıp sosyal hayatımıza verdiğimiz uzun arayı akıllı ekranlarda sürdürme çabalarımızla başlayan bu yıl, insanoğlunun uyum yeteneği sayesinde sene ortasından itibaren yeni normaliyle sürdü. Biz yüzyıllardır süregeldiği gibi yeni düzene alışırken kulağımızın dibinde haykıran cetlerimizin manevi sesine sağır olduk. Hayatın her alanında şiddeti, zalimliği, bencilliği şiar edinmiş bir güruh tarafından akşam ajansları taciz edilmekteyken gerçek haber değeri taşıyan bir söz çok da dikkatimizi çekmedi. Tabi sevmeyi ve sevilmeyi unutmuş bir topluma “Kendi değerini” anlatmak zor olsa gerek.


UNESCO 2021 yılını Ahi Evran, Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre yılı ilan ederek tüm dünyaya Anadolu’nun manevi mimarları olan kültür erlerimizi tanıtmak istedi. Cumhurbaşkanlığı tarafından da 700. ölüm yıl dönümü sebebiyle 2021 yılı “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” olarak duyurularak halkımıza uzak kaldığı insani değerler hatırlatılmak istendi. Biz de yazımızda Yunus Emre’nin dilimize olan katkılarına ve çağları aşıp gelen öğütlerine kulak vereceğiz. Tüm dünyanın Yunus’tan gelen Emre vakıf olması dileğiyle…


“Niteki bu gönlüm evi aşk elinden taşagelir Nice yüksek yürür isem aşk başımdan aşagelir

Nice ki ayduram razım söylemeyem kimesneye Gider bu sabr u kararım dost önüme düşegelir”


“Çağımızın en mühim meselesi nedir?” diye sormuştu Yunus gibi Sivrihisarlı olan yazarımız Mehmet Kaplan. Günlük sıkıntılarımızdan son birkaç yılda yaşadığımız buhran dönemi afetlerine kadar birçok derdimiz olduğu doğrudur. Oysa toplumu felç bırakan sosyolojik tükenmişlik hastalığı para, kan ve gözyaşından çok daha mühimdir. “Mal da yalan mülkte yalan, Var biraz da sen oyalan.” diyen Hekim Yunus reçetemizi yazalı çok oluyor. Ne hazindir ki biz müteşekkirliğimizi Yunus’u 200 liralık banknota nakşederek veriyoruz. Bize hoş gelen mal hastalığına Yunus’un bu tamahkar nefsi yola getirme yöntemi çok açık: Aşk. O kadar aşık olmalı ki insan gözü kör, kulağı sağır, dimağı divane olmalı.


Bektaşi tekkesinde buğdayı himmete tercih eden Yunus, Tapduk’un kapısında buldu aradığı himmeti. Kandil oldu yandı ziyası dağları, ovaları, yaylaları, gönülleri aydınlattı. Bir cepheden haçlı orduları, bir cepheden Moğol barbarı, kıtlık, açlık ve beylerin iktidar mücadeleleri; Yunus çıkmaza girmiş Anadolu’ya bir kapı araladı. Sevmeyi öğretti en başta; insanı, hayvanı, doğayı, ölümü ve bilgiyi sevmeyi öğretti. İnsanı seven biri nasıl el kaldırsındı artık kadına; hayvanı seven nasıl kıyabilirdi onca masum canlıya; doğayı seven nasıl dökebilirdi kirini suya; ölümü seven… Nasıl, nasıl, nasıl? Nasılını sormalı herkes kendine. Aç görse doyuran, çıplak görse giydiren, atasını sayan bebesini seven, kadına değil el kaldırmak kalp kırıcı söz söylemekten imtina eden bu toplum nasıl bu hale geldi?




Sevmek öyle yüce bir ilaçtı ki Anadolu’da aşk arttıkça dertler birer kuş olup uzak diyarlara göçtü. Söğüt’te yeni yeni serpilmeye başlayan Kara Osman; Aşık Yunus’un, Hacı Bektaş Veli’nin, Ahi Evran’ın, Hoca Ahmet Yesevi’nin, Şeyh Edebali’nin araladığı kapıdan geçip dünya üzerinde eşine rastlanmaz bir sevgi toplumu oluşturdu. Kültür köşemizde peşinden koştuğumuz, arayıp bulmaya çalıştığımız sırlardan biridir bu kapı. Işığı hala sızmakta olan bu kapı kapanmadan geçebilmek arzusuyla…


“Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi Hele bana şöyle geldi şol göz yumup açmış gibi

İşbu söze Hak tanıktır bu can gövdeye konuktur Bir gün ola çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi”




Guguk kuşunun öyküsünü duymuşsunuzdur. Kuluçka asalağı olarak da bilinen guguk kuşları yumurtasını yabancı kuşların yuvasına bırakıp yavrusunun bakımını üvey kuşlara yaptırır. Yumurtadan çıkan daha gözleri açılmamış yavru guguk kuşu içgüdüsel olarak diğer yumurtaları yuvadan atar ve tıpkı üvey kardeşleri gibi bağırarak durumdan bihaber üvey ana babasından yiyecek ister.


Guguk kuşunu öz yavruları olarak benimseyip besleyen kuş ailesi kendi yavrularına göre daha iri yarı olan guguk kuşunun iri yarı görünümüne alışır. Gelecek yumurtlama döneminde kendi yumurtalarından çıkan yavrularına yabancılaşarak açlık çığlıkları çeken yavrularını ölüme terk eder. Doğanın bu acımasızlığı doğruluğuna kesin gözüyle baktığımız düşüncelerimizin bile ne kadar aldatıcı ve kolayca manipüle edilebilir olduğunu gösterir. Tıpkı öz yavrusunu tanıyamayan kuşlar gibi bize özümüzü unutturan modern guguk kuşları da kendi kültürümüze ve milletin genetik kodlarına yabancılaşmamıza sebep oluyor.


Amerikan, Fransız, İngiliz, Kore… Hayranlık listemiz uzun. Çağdaşları Farsça ve Arapça yazarken öz be öz Türkçe yazan ve aradan 700 yıl geçmesine rağmen anlayabildiğimiz şiirleriyle Yunus Emre cesareti nerede kaldı ? Zımpara kağıdı gibi kelimelerle dilimizi körelten dil barbarları Yunus’un pürüzsüz diliyle serpilen Türkçe’ye kesif zehirler saldı. Bugün de Kuala Lumpur’dan Somali’ye, Polonya’dan Tunus’a kadar dünyanın dört bir yanında kurulan Yunus Emre Enstitüleri Türk dilini ve Türk hoşgörüsünü yaymakta. Sonsuz selam olsun sana, sonsuz teşekkürler, sonsuz aşklar olsun Yunus Emre’ye. Ve sonsuz şükürler ki torunların seni anmakta, soysuz guguklar ise bizi uyur sanmakta…



“Sen doğru ol da varsın sanan eğri sansın.

Lakin sakın unutma ki; sen kendini bir şey sanmadığın sürece doğru insansın.”


“Gelin tanış olalım

İşi kolay kılalım Sevelim sevilelim Dünya kimseye kalmaz“



Kaynakça: Yunus Emre Divanı Ötüken Neşriyat

200 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Komentar


bottom of page