Baba bir demiryolu işçisi bir de oğlu var daha 8 yaşında; onu hayata bağlayan onunla gülen, eğlenen ve hayatı öğrenen kısacası babası için bir yaşam kaynağı olmuş bir oğlu, zaten ondan başka kimsesi de yok.
Yine günlerden bir gün oğluyla birlikte istasyondan ayrılan insanları izliyorlar. Çeşit çeşit insanlar: gençler, yaşlılar, çocuklar, güçlüler, zayıflar, mazlumlar, suçlular, masumlar, sevenler, sevdiğinden ayrılanlar hayat onları ortak bir paydaya getiriyor ve bu babayla oğlunun sevgi gösterileri önünde tek tek trene binip kimileri sevinçle kimileri özlemle kimileriyse gözyaşlarıyla istasyondan ayrılıyorlar.
Aslında babanın işi bu istasyonda değil ama çocuğunun sosyalleşmesi için onu türlü türlü insanların içine sokuyor ve ona hayatın aslı olan kısa bir özetini göstermeye çalışıyor çünkü annesinin gözlerinin önünde bir trafik kazasında ölümünden sonra hayat ona çok ağır gelmeye başlıyor ve onu hayata hazırlayan okuluna devam etmek istemiyor hal böyle olunca arkadaşlarından ve öğretmenlerinden uzak kalıyor hatta gün geliyor adlarını, nelerden hoşlandıklarını ve hatta simalarını bile unutuyor.
Bu durumda babası bir çözüm bulmak istiyor. Her gün babasıyla kalkıyor hatta bazen babasını o kaldırıyor yatağından işte o denli çok seviyor insanların her anına şahitlik etmeyi. Bir nebze olsun unutuyor yaşadığı travmaları ve tekrardan hayata tutunmaya çalışıyor. Babası ilerde trenin geçtiği bir köprüde çalışıyor. Köprünün altındaki nehirden bir tekne geçerken köprüyü açıyor ve tren gelirken üzerinden geçebilmesi için onu kapatıyor. Çok nadir bu rutini işi olarak yapıyor. Zaten önündeki kağıtlardan ne zaman açıp kapatması gerektiği detaylı bir şekilde anlatılıyor. Onun tek yapması gereken kolu indirip kaldırmak sade bir yaşamı olan basit bir işçi. Oğlundan başka bir varlığı yok bu dünyada zaten aldığı maaşla ancak geçinebiliyor ki fazlasını da istemediği ona oğluyla beraber çok lüks ve şatafatlı bir villada temizlik işçisi olma teklifini reddetmesinden belli. Seçim burada başlıyordu aslında.
O oğlunu hayata hazırlamak istiyordu hayatın ne kadar zor ve bir o kadar kolay olduğunu yaşatarak göstermek istiyordu çünkü biliyordu ki onu tatmadan anlayamazdı. Ama hayata hep bardağın dolu tarafından bakıyordu babası, en azından hüzünlendiğinde onu mutlu edebilecek bir çocuk vardı etrafında. İşte yine hüzün ve neşenin aynı kapta demlendiği bir akşamın sonunda. Babasına biraz daha destek olabilmek için küçük çocuk ondan bir şey istiyor.
Çocuk: Baba yarın ben de seninle işe gelebilir miyim?
Kısa ve soğuk kış günlerinde oldukları için baba buna pek yanaşmıyor.
Baba: Güneş erken batıyor pek bir şey göremezsin oğlum.
Çocuk: Olsun. Hem yanıma el fenerimi alırım?
Baba: Ama hava da çok soğuk oluyor orda sonra üşür hasta olursun.
Çocuk: E ben de yanımda sıcak çikolata getiririm ve onunla ısınırım.
Bu kadar ısrara dayanamayan baba sonunda pek istemese de ikna oluyor. Ertesi sabah yola koyularak güle oynaya işyerine varıyorlar. Babası oğlunu nehir kenarına bırakır balık tutması için ve bu sırada babası ise kontrol odasına gidiyor. Yaklaşmakta olan bir tekne olduğu haberini alınca da kolu yukarı çekerek köprünün açılmasını sağlıyor. Normalde köprünün üstünden geçecek olan trenin gelmesine bakıyorken her şey sıradan bir günkü gibi ilerlerken, trenin gelmesine en az 1 saat olduğunu görünce kolu tekrar indirmiyor. Ama trenin bir anda dumanı belirmeye başlar ve çocuk bunu babasından önce görür ve babasına seslenir:
Çocuk: Babacım tren yaklaşıyor. Baba ...!
O sırada baba her şeyden habersiz işini yapıyordur tıpkı her şeyden habersiz trendeki insanlar gibi. Baba sonunda trenin erkenden geldiğini fark ediyor ama ardından çok acı olan şeyi de fark ediyor. Sesini babasına duyuramayınca köprüyü elle kapatabilmek için harekete geçmiştir canından çok sevdiği oğlu . Fakat dengesini kaybedip köprüyü açıp kapatan çarkların arasına düşer. Babası işte bu anda hem çarkların arasına düşen çocuğunu hem de son sürat yaklaşmakta olan treni görür. Eğer koşup çocuğunu kurtarmak isterse açık kalan köprü yüzünden tren yüzlerce insanla beraber sulara gömülecek. Eğer köprüyü kapatıp trenin geçmesini sağlarsa oğlu çarkların arasında ezilip can verecektir. Ve o saçlarına dokunmaya, gözlerine bakmaya dahi kıyamadığı oğlunu feci bir şekilde kaybedecektir. Böyle durumda karar vermesi için sadece 1 dakikası vardır her şey onun tek bir hareketine bakacak ve en önemlisiyse biliyordur ki o sayılı saniyelerden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Hayat raylarından akıp giderken bir şey takılır o hiç tanımadığı, konuşmadığı, adını dahi bilmediği o türlü insanların içinden birinin gözlerine kanlar içinde bir çocuk, dünyada eşi benzeri olmayan yüzünde bir üzüntü ve ardı arkası kesilmeyen bir gözyaşı seli. Artık onu hayatının anlamı saydığı biricik oğlu kollarının arasında hareketsizdir, bu geriye dönüşü olmayan fedakârlık o her gün oğluyla beraber sevgi şölenleriyle birlikte trene bindirdiği insanlar içindi ve onların hiçbirinin bu durumdan haberi dahi yoktu her günkü gibi kimi işine kimisi mesai bitişi evine dönüyordu, yani yüzlerce kişi uğruna feda edilmiş bir çocuk vardı artık.
Üstünden geçtiği köprülerin nasıl kurulduğundan habersiz yoluna devam ederken sadece kendiyle ilgili olan bir insanın o trende en çok acı çekenin en talihsiz kişinin kendisi olduğunu sandığı anda gözlerine takılan bir kare, ona oysa o tren dışında koskocaman bir dünya var olduğunu hatırlatıyordu.
Yazarın görüşleri:
*Kendimizle hesaplaşma vakti akıllardaki o soru: ‘Ben olsam ne yapardım ?’. Bu sorunun cevabı hayatta ne için yaşadığınızın kendinize bizzat itirafı.
Ne yaşamaya karar verirseniz verin, onu bir kere değil, binlerce kere yaşayacaksınız, çünkü onu hayatınızın sonuna kadar hatırlayacaksınız ve bu yüzden verdiğiniz kararların yaptığınız hatalara her daim galip gelmesi dileğiyle.
Batuhan Şentürk
Comments