‘’Bastığın yerin iki ayağının kapladığından daha büyük olamayacağını anlamak ne büyük bir mutluluktur.’’
Hiç yaşadığımız evrendeki insanın küçüklüğü hakkında düşündünüz mü? Büyüklük kavramımızı aşan evrenlerden bahsediyorum. Oldukça küçük bir uzamını dolduran Samanyolu Galaksisi’nin ücra bir köşesinde yer alan Güneş Sistemi’nde Carl Sagan’ın ‘’soluk mavi nokta’’ olarak adlandırdığı milyarlarca insanın cirit attığı Dünya’da 55.6 kg’lık nahif bir bedene sıkıştırılmış karmaşık bir ruh! Kafka’nın kafese sıkıştırılmış ruhundan bahsediyorum ki onu anladığımızda -onun perspektifinden baktığımızda- bahsettiğimiz evren ancak bir alt evren olabilir. İşte insan öyle aciz, öyle küçük, küçücüktür.
‘’ Gülünç olan, bu dünya için koşumları takınman.’’
İlk yenilgisini 1883 yılının 3 Temmuz’unda Prag’da ana rahminden çıkarak tadacak olan Kafka, sonrasında ‘’Yaşam, daha başında kaybedilmiş bir savaştır.’’ diyecek ve bu yenilgisi tüm hayatına yayılacaktır. Kafka yeniktir, yenilgiyi kabullenmiştir, savaşçıya ait hiçbir zırhı üzerinde barındırmaz aynı zamanda savaşmayı anlamsız bulur ve şöyle der bir mektubunda: ‘’Bu sanki cehennemde tek bir kazanı devirmeye çalışmak gibi. İlk olarak girişim başarılı olmayacak ve ikincisi başarılı olsa bile insan yine de kazandan dökülecek olan kaynar sıvıyla yanarken cehennem tüm ihtişamıyla aynı kalacaktır.’’ Kafka’nın yenilgilerini besleyen en önemli figür babasıydı kuşkusuz. Kafka’nın aksine babası Hermann Kafka, her ne kadar yazgısını değiştirmeyecekse de, bir savaşçının sahip olabileceği her türlü zırha sahipti. Ruhen ve bedenen sahip olduğu bu güç zaten zayıf olan Kafka’nın kendisini büsbütün aciz hissetmesine sebep olacaktı. Babası özellikle Kafka’ya karşı olan tutumunda korkunç psikolojik şiddete başvuruyordu, onun aksine annesi Julie sonsuz bir şefkate sahipti. Kafka’nın eserlerine de yansıtacağı bu çatışma, onun hayatı boyunca aradaki o boş zeminde yapayalnız hissettirecek ve bu boşlukta herkesten uzak, herkese yabancı olmasına temel oluşturacaktı.
Kafka ürkek, kitabi, uysal ve öz nefretle büyüdü. Bir yazar olmak istiyordu fakat babasının gözlemi altında bu konu tartışmaya bile açık değildi ve böylece kısacık ömründe kendisiyle alakasız bir büro ve sigorta şirketinde çalıştı. Hayatı Prag’ın kasvetli, boğuk havasıyla uyumlu olan Kafka daha sonra gırtlak veremine yakalandı ve onun en önemli sığınağı olan ölüm, 1924’te 41 yaşındayken onu bu kokuşmuş yaşam kafesinden kurtarıp koynuna aldı.
Kafka Okumak
‘’Bir kitap, içimizdeki donmuş denize inen balta gibi olmalı.’’
Kafka okumak yorucu bir deneyimdir; çoğu zaman kafanız karışır, kendinizi tanıdık olmayan bir evrende tanıdık olmayan olayların içinde aslında size epey yakın bir ruh yolculuğunda bulursunuz. Bu tanıdık olmakla olmamak arasındaki çatışma ve arada kalmışlığın ardı arkası kesilmez; kalabalığın ortasındaki devasa yalnızlık, gücü besleyen bireysel zayıflık, inancı körükleyen inkar, baba baskısıyla anne şefkati ve Kafka’nın eserlerinde olmazsa olmaz korku ve bu korkudan kopan bir tutam cesaret. Belirsizliğin hakim olduğu bu karmaşada acı size daima eşlik eder. Kahramanınız otoriterlerin kurduğu düzende göstermelik bir mahkemede yargılanma arifesindedir, neden yargılandığını bilmez ama suçluluk duygusu ruhunu kemirir durur, hikayenin sonunda düzene yenik düşer ve ölüme teslim olur. Bazı olaylar gerçekleşir ama bunun sebebi asla söylenmez, bundan dolayıdır ki Kafka’nın eserlerini okurken olayların seyrine başta anlam veremeyecek, durup Kafka’nın esintisine kulak vermeniz gerekecektir. Albert Camus’ın deyimiyle Kafka sizi insan düşüncesinin son sınırlarına getirecektir.
Otoriteler, yargılanmalar… Peki Kafka’nın Dava’sı neydi?
Kafka rahatsızdır. Tüm bu düzmece sistem onun midesini bulandırır, yabancısı olduğu bu dünya yabancısı olduğu bir yığın insanla doludur ve bu dünyanın bir parçası olmak yerine sadece izler, izler ve anlatır. Evet, onun davası anlatmak. İnsanın çirkinleşmiş hatlarını, bürokrasinin kokuşmuş koridorlarını, düzenin mizansenliğini, bastığı beton parçasının toprağı ezişini… Kafka sizi öz gerçeklikten yola çıkarıp hayalle gerçeğin sınırlarında dolaştırırken alaycı mizacıyla karanlığın içindeki ışığı da hatırlatmaktan geri kalmaz. Bu yüzdendir ki Kafka’nın eserleri yazılmış en dokunaklı ve yaşamının aksine tutarlı baltalarından biri olmuştur.
Kafka’yı Anlamak
‘’Tiksinti ve nefret dolu bir başı önüne eğmek.’’
Kafka’nın dünyası hoş değil, birçok açıdan kabusu andırıyor. Ama yine de çoğumuzun bir müddet de olsa hayatımızın karanlık dönemlerinde şakaklarımızdaki zonklamayı hissettiğimiz bir yer. Otoritenin karşısında güçsüz hissettiğimizde onun tanımladığı dünyanın bir parçasıyız; yargıçlar, aristokratlar, siyasetçiler ve özellikle babalar. Kaderimiz kontrolümüzün dışında olduğunda; toplum -özellikle yakınlarımız- tarafından aşağılandığımız ve alay edildiğimiz vücutlarımızdan, cinsel arzularımızdan utandığımızda ve kendimiz için en iyisinin ölüm olduğunu düşündüğümüzde Kafka’nın yörüngesindeyiz. Kalabalığın ortasında en yakınımıza dahi yabancılık duyduğumuzda; keyfi güçlerden usanıp öz tiksinçliğin, hiçliğin bizi dönüşüme zorladığı anlarda hepimiz birer Gregor Samsa’yız. Kafka’yı anlamalıyız çünkü o bizden biri çünkü Kafka hepimizin üzgün, utanç, korku dolu bir parçası.
Dr. Fatma CALAYIR
Kaynakça
Franz Kafka, Dava, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2016
Franz Kafka, Bir Köpeğin Araştırmaları, İASOS KİTAP Alter Yayıncılık,2016
Franz Kafka, Aforizmalar, Altıkırkbeş Yayınları, 2015
Gökhan Demir, Yaşam ve Efsane, Kafkaokur Dergisi 1. Sayı
Gökhan Demir, Ne Demiş Kafka?,Kafkaokur Dergisi 1. sayı
Zafer Altuğ, Zorbalığın Yarattığı Yazar-Franz Kafka
Comentarios