Eren on iki yıldır İstanbul’daki bir teknoloji şirketinde yönetici konumunda çalışıyordu. Sıradan bir salı akşamı bilgisayar ekranındaki saate baktığında mesainin çoktan bitmiş olduğunu fark etti. Yorucu bir gün olduğu için buna sevinmişti. Ayağa kalkıp hazırlanmaya başladığı sırada odasının geniş camından tenhalaşan ofise son bir kez göz gezdirdi. Masasında başını öne eğmiş perişan halde olan bir çalışanını görünce çok şaşırdı. Başta yalnızca yorulmuş olduğunu düşündü ancak dikkatli baktığında omuzlarının hıçkırıyormuşçasına hareket ettiğini fark etti Eren.
Paltosunu giymeyi bıraktı ve odasından dışarı çıktı. Masaları ayıran bölmeleri bir hayalet gibi geçerek, dikkatini çeken çalışanının yanına bir nefeste geldi. Hafifçe eğilerek elini omzuna koydu ve kibar bir şekilde ona seslendi. Onu duyar duymaz kafasını kaldıran çalışanının ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözleri ile karşılaştı. Telaşlı bir şekilde gözlerini silmeye çalıştığında ise ona bir süre izin verip, “Ne oldu, sizi ne ağlattı bilemiyorum ama konuşmak ister misiniz?” diye sordu. Birlikte balkona çıktılar.
Kısa bir sessizlik yaşandı. Tepelerinde bir martı çığlık atarak Galata’ya doğru süzüldü. Galiba İstanbul’un bu yeni haline üzülüyordu… Birkaç kat altlarındaki İstanbul sokaklarında her zamanki gibi bir insan seli vardı.
Eren, “Seni böyle görmek çok şaşırttı beni…” diye konuya girdi. “Gözlerime inanamadım desem yeri. Oysa sabah böyle değildin. Hatta bırak böyle olmayı, yüzünde güller açıyordu, işle ilgili bir şey mi oldu? Yoksa kötü bir haber mi aldın? Özel değilse paylaşmak ister misin? Şunu özellikle söyleyeyim ama seni patronun olarak dinlemeyeceğim bana arkadaşın olarak anlat olur mu?”
Çalışanı ona yaşlı gözlerle bakarak anlatmaya başladı. “Öğleden sonra eşim aradı Eren Bey. Kızım Duru, anaokulunda düşmüş bugün, kolunu kırmış. Biraz da kötü bir kırıkmış sanırım. Hastaneye gidecektim ama çok fazla iş vardı. Bugünlerde biraz yoğunuz, biliyorsunuz. Eşim ben yanındayım gelmene gerek yok dedi ama yine de aklım kaldı. Kızım yanında beni de isteyeceğinden emindim. Bu gibi konularda, yani ben yanında yokken çok hassas olabiliyor, yaşı daha çok küçük. Ya orada değildim diye bana küserse diye endişelendim durdum bütün gün. Üstüne ortağınız Mustafa Bey kalkıp da şu yeni projemizle ilgili biraz sert bir e-mail atmış bana. En sonunda da olan oldu, kendimi daha fazla tutamadım.”
Eren ne diyeceğini bilemedi. Mustafa hep böyleydi zaten. Çalışanlara yerli yersiz çıkışır ve morallerini bozardı. “Neden gelip bana söylemedin?” diye sordu. Sonra da onu rahatlatmak için gülümsedi. “Aramızda kalsın ama Mustafa biraz densizdir. Oysa izin konusunda ben korkutucu bir patron olmadığımı sanıyordum.”
“Yanlış anladınız, sebebi siz değilsiniz. Ben bu kadar iş varken uygun olmaz diye düşündüğüm için gelip de sizden izin isteyemedim bir de herkesin içinde beni azarlamanızdan korktum.”
“Lütfen bir dahakine doğruca benim yanıma gelip durumu bildirin hatta çok acilse izin istemenize bile gerek yok, Mustafa halden anlamaz onunla ne çektiğimi ben bilirim (ahh Mustafa ahh..!), ne olursa olsun ister çocuğun söz konusu olduğunda ister herhangi bir durumda benden her zaman izin isteyebilirsin.”
“Teşekkür ederim Eren Bey.”
Eren, onun rahatladığını görünce derin bir nefes aldı. “Hadi artık eve, Duru’nun yanına git, onun sana ihtiyacı var. Hem o gözleriniz gülerken çok güzel oluyor hadi gülelim ve Duru bizi böyle görmesin” dedi. “Eşine de benden selam söyle, arayı iyice açtı, önceden seni almaya gelirdi, bir iki laflardık.”
“Biliyorum, biliyorum. Ama Ece çok meşgul bu aralar, nöbetlerinden vakit bulamıyor pek. Eve dönünce iletirim selamınızı, bir dahakine geldiğinde mutlaka uğrarız yanınıza.“
Tam şu noktada sormak zorundayız: Yoksa bu hikâyedeki hıçkırarak ağlayan ve kızı okulda yaralandı diye üzülen çalışanı bir kadın olarak mı hayal etmiştiniz?
Emin olun ki yalnız değilsiniz. Bugün bile biz hiç farkında olmadan bu gibi cinsiyet kalıpları aklımızda yer edinmiş durumda ve her birimizi hayali bir hikâyede bile ele geçiriyor. Her ne kadar kendimizi eşitlikçi bireyler olarak tanımlasak da bize öğretilen bu kalıplardan sıyrılmak hiç de kolay değil.
Millet olarak birçoğumuzun bilinçaltında yer etmiş olan cinsiyetçi kalıpları yıkmak, toplumsal cinsiyet rolleri ile ilgili beklentilere dikkat çekmek adına bugün bu kısa hikâyeyi hazırladım. Umarım hikâyenin sonunda yaşadığınız deneyim sizi de etkilemiştir ve düşünce şeklimizi değiştirmek adına bir adım atmak için ön ayak olacaktır… Atılacak adımlar hâlâ çok olsa da daha adil ve eşit bir toplum için yolu kısaltmaya değer.
Üzerimizdeki cam fanusları hep birlikte kırmak dileğiyle...
*Başta 6 Şubat Maraş depreminde hayatını kaybeden cesur, onurlu ve emekçi kadınlarımızın olmak üzeri aydınlık bir gelecek için her türlü zorluğa göğüs geren, ilk kadın Tıp doktoru Safiye Ali, Muazzez İlmiye Çığ, Özlem Türeci, Canan Dağdeviren gibi bilim kadınlarına; Yasemin Adar, Sümeyye Boyacı, Ayşe Begüm Onbaşı, Busenaz Sürmeneli gibi kadın sporculara, ilk kadın savaş pilotu Sabiha Gökçen’e ve adını sayamadığınız eğitimde, bilimde, sanatta, sporda tüm olumsuzluklar içinde düne, bugüne ve aydınlık yarınlara ışık tutan tüm kadınlarımıza…
8 Mart Dünya Kadınlar Gününüz Kutlu Olsun!
*Bu yazının oluşmasında fikren büyük katkıları olan Ece Şahin'e teşekkürlerimle...
Batuhan Şentürk
Comments