top of page

BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE





İlk olarak hangi kitapla başlamam gerektiğini çok düşündüm. Sadece Türk Edebiyatı Eserleri’ nin arasında seçim yapmak bile zorken Dünya Edebiyatı’na arkamı dönmek de istemedim. Atatürk’ün okul müfredatında yer almasını istediği kitap olan Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı kitap bence ilk kitap tavsiyesi olmayı hak eden bir eser olacağı düşüncesindeyim.


Grigoriy Petrov tarafından yazılan kitap, ilk olarak 1923’te Saraybosna’da yayımlanmıştır. Yazarın asıl hedefi ‘Rusya’yı nasıl düzeltiriz?’ olmasına rağmen kitap özellikle Bulgaristan ve Türkiye’de oldukça dikkat çeken ve okunan bir eser olmuştur. Ayrıca yayımlanmasının ardından birçok dile çevrilmiştir.


İlk bölüm Moskova’da bulunan Büyük İmparatorluk Tiyatrosu’nun duvarında çatlaklar belirmesi ve bu çatlakların nasıl çözüldüğü ile ilgili kısa bir olay anlatılmasıyla başlamakta. Sorunun temel kaynaklı olması anlaşıldıktan sonra bu tarihi eser yıkılmak yerine temelin parça parça değiştirilmesiyle sorun çözümleniyor. Kitapta da bahsedildiği üzere eser yapıldığında gayet sağlam ve kullanışlıydı. O dönem şartları için oldukça sağlam inşa edilmiş ancak yıllar ilerledikçe yetersiz hale gelen daha doğru ifadeyle çürüyen temel dışa vurmuş ve duvarlarda çatlaklar oluşturmuştu. Tıpkı devletlerin zamanla gelişilmesi gerektiğini, durumların ve ihtiyaçların değiştiğini daha nesnel bir anlatımla tanımlamak amaçlanmıştır. Bu değişim ve değişimin getirdiği yeni ihtiyaçlar devlet yönetimleri tarafından karşılanmadığı taktirde parçalanmaya hatta yıkılmaya mahkum olduğu anlatılmıştır. Bence insan dinamik bir yapıdır. Bu bildiğimiz bir şeydir aslında. Fark edilsin edilmesin sürekli değişim içerisinde olan insanların ihtiyaçları da sürekli değişmekte ki toplum insanlar tarafından oluşturulduğuna göre bu dinamizm özellikle devlet yönetimi içinde oldukça gerekli. Mene, tekel ve peres kelimelerin anlamları da yorumlandığında toplum dinamizmini desteklemeyen yönetime sahip devletler parçalanmaya ve hatta yıkılmaya mahkumdur ifadelerini kullanmak pek de yanlış olmaz.


Sizce tarihi kahramanlar mı yazar yoksa halk mı? Kitabın bu kısımda bu konuyla ilgili genel çerçevede 3 farklı açıdan bakılmış. İlki Carlyle tarafından yazılmış olan Kahramanlar adlı kitapta açıklandığı üzere tarih kahramanlar tarafından yazılır. İkincisi ise Lev Tostoy’ un kabul ettiği tarih halk tarafından yazılır düşüncesi. Her iki düşüncenin birbirini tamamladığını savunan tarihin kahramanlar ve halk tarafından yazıldığını kabul eden üçüncü düşünce. Tabii ki de üçüncü düşünceyi kabul ediyorum. Yönetici, yönetilen, kahraman, masum, suçlu, düşman ve daha nice sıfatlara sahip kişiler toplumun bir parçasıdır. Onları ayrıştırmak özellikle de tarihi kimin yazdığı konusunda mümkün değildir. Bana göre toplum için bir kahraman gerekiyorsa zaten o toplum kahramanını kendi içerisinde yetiştirmiştir.


Önceki iki kısımda genel tanımlama ve tasvirlerde yer alırken bu kısım itibariyle Finlandiya ve Fin halkı hakkında yazmaya başlamıştır. Uzun yıllarını Finlandiya’ da geçirmiş yazarımız Fin halkına hayran kalmıştır. Hatta duyduğu hayranlığını kitapta kullandığı ‘Görünüşte mahzun ve sessiz, ama oldukça çalışkan olan bu küçük milleti her seferinde daha çok sevdim’ ifadesiyle anlamak daha kolay olacaktır. Helsinki’ de yaşadığı bir anıyla başlayan bölüm ülke genelinde yaptığı gözlemlerle devam etmekte. Helsinki’ de oldukça etkileyici bir oyundan bahsediyor. ‘Ikuinen Taistelu’ (Ebedi Mücadele) Habil Kabil hikayesi bildiğimizden daha farklı bir şekilde kaleme alınmış. Kabil kötü olarak tanımlanmamış. Oldukça cesur ve karşılaştığı baskılara karşı mücadele veren bir karakter olarak tanımlanmakta. Kabil dışındaki ev halkı geçmiş günlerin özlemiyle yaşarken Kabil geleceğin hayaliyle yaşamakta. Sonunda ise Kabil yaşadıkları fikir ayrılığından kaynaklı olarak Habil’i öldürüyor. Bu piyesin ana fikri yazarın kalemiyle ‘İnsan hiçbir şeyin önünde düşmemeli ve alçalmamalı. Kendi dışında ve içindeki güçlere karşı verdiği sonsuz mücadele ve ortaya koyduğu kültür mirasıdır insan yaşamı’ şeklinde ifade edilmekte.


Finlandiyalı sanatçıların sayısı belki çok değil ancak oldukça kıymetli. Özellikle Ateneum müzesindeki eserler. Resimler birbirlerinin izlerini taşımakta. Fin halkının ve çevredeki güzelliklerin resmedildiği bu eserler bir bütünün parçası demek bence çok da yanlış olmaz. Benzer durum heykeller için söylenebilir ancak benzerlik resimler kadar fazla değil. Değişmez gerçek ise yoksul bir ülke olmaları doğal güzelliklerini gölgeleyememiş. Topraklarına duydukları sevgi ve inatçı çalışkanlıklarının bu duruma etkisi ise yadsınamaz bir gerçek. Az nüfuslu ve kısıtlı kaynakları bulunan ülke halkı oldukça düzenli ve sade bir yaşam şekli benimsemiş. Evleri ve sokaklarındaki düzen ve sadelik bu durumun en güzel örneği. Şehirleri tanımlarken kullanılması gereken diğer ve bence en önemli ifadeyse sanat eseri. Çünkü minimalizmin benimsendiği bu ülkede fabrikalar dahil sanat eserinden farksız.


Ülkede diğer dikkat çekici bir noktaysa yoksul bir ülke olmalarına rağmen açlık ve dilenciliğin olmaması. Buna karşın ülkede oldukça fazla okul bulunmakta. Okulların sadece sayısı değil çeşitliliği de fazla. Mesleki eğitimler, teknik, sanat gibi birçok alanda eğitim veren okullar mevcut. Okulların yapısı ise bizdeki okullara pek benzemiyor. Büyük pencereli, geniş koridorları, mükemmel havalandırmalı okullarda verilen eğitimlerde bizden oldukça farklı. Oyun ve spor salonları, müzik odaları ve daha niceleri. Donanım olarak insana faydalı birçok şey mevcut. Yoğun ders saatleri olmaması ve öğrencilerin fiziksel ve ruhsal sağlığına dikkat etmesiyse eğitim sistemlerine olan hayranlığımı arttırdı. Finler ‘En mühim hazinemiz okullardır’ diyorlar ve bu düşünceyi uyguluyorlar. Böyle bir eğitim sistemi olan ülkede okumak çok önem verilen bir aktivite hatta yaşam biçimi denebilir. Neredeyse tüm halk günlük gazete okuyor. Okuyamayanlar ise okuyan birinden dinliyor. Kısacası ‘Tüm ülke canlı ve yaşam dolu, baştan aşağı yaşıyor.’


Bu konuyla ilgili son olarak belirtmeliyim ki Fin halkı bu eğitim ve yaşam koşullarının bir sonucu olduğuna inandığım dürüstlüğe sahip. İnanması zor gelebilir ancak oldukça dürüst bir millet.


1811 yılına kadar İsveç hakimiyetinde olan Finlandiya İsveç-Rus savaşları esnasında Finlandiya’nın yarısı Rus hakimiyetine girmiştir. Suomi önderliğinde kalan kısımda Rusların tarafını seçmiş ve kendi gelenek ve göreneklerine göre yaşama imkanı bulmuşlardır.

Snelman genç Fin aydınlarının en iyi temsilcilerinden biri. Yaptığı konuşmalarda kullandığı ifadeler ise bence genel bir özet niteliğinde. ‘Aydın olmak efendi elbisesi giymek, kolalı yakalara sahip olmak veya şık bir şapka takmak değildir. Aydın sınıfı halkın beynidir. Halk, sizleri eğitiminizi tamamladıktan sonra iyi maaşlar alasınız, akşamları restoranlarda okuma salonları denen yerlerde kağıt ve domino oynayasınız diye yetiştirmedi. Bu şekilde aydın olunmaz. Bilgili bir bakteri küfüsünüz adeta. Sizler halkın aklını, iradesini, enerjisini ve vicdanını uyandırmak zorundasınız. Daha iyi bir hayatın nasıl kurulacağını, nasıl daha iyi yaşayacaklarını halkın en alt tabakalarına; işçilere ve köylülere öğretmek zorundasınız’ ifadeleriyle başlayan motive edici aynı zamanda kendine getirici bir konuşma yapmakta.

Din adamlarının çok önemli olduğuna inanan Snelman dinin kaybedilmesini sahip olunan tüm kutsal değerlerin kaybedilişi olarak görüyor. Bu kayıp insanların geleceğe olan umutlarının ve ruhani maneviyatlarını kaybetmelerine sebep olacağına inanmakta.

Rus hakimiyetinde olan Finlandiya 1816 yılında yeni yasaların bulunduğu bir anayasa çıkarmasıyla birlikte parlamento tekrar ülke yönetiminde yer almaya başladı. Snelman İsveçli memurların yerine geçen Finlandiyalı memurlara tarihlerini anlatarak başladığı konuşmasında vatandaşların yasalara saygılı özellikle adalet duygusu oldukça gelişmiş bireyler olmanın ve gelecek neslin bu biçimde yetişmesi gerektiğini bunun içinde yönetimin yardımının gerekliliğini vurgulamıştır. Halk bu konuşmaya tepkisiz kalmamış uygulamaya uğraşmıştır.


İsveç hakimiyetinin sona ermesinden sonra yaşanan değişimler arasında ordudaki değişim dikkat çekmektedir. İsveç hakimiyeti yıllarında sarhoş gezen ve hiçbir işe yaramayan üstelik halka karşı kaba ve rezil davranışlarda bulunan ordu Snelman ve arkadaşlarının büyük emekleriyle askeri eğitimin önemini anlamış, ülkeye faydalı birer birey ve asker olmaya uğraşmışlardır. Snelman ve arkadaşları tarafından verilen konferanslarda kullanılan cümleler ise okunmaya, kişiliğe yerleştirmeye değer ifadelerdir. Bunlar içinden ‘Eğer cesaretinizi sergilemek istiyorsanız daha asil ve güzel bir yol bulun’ ve ‘Vatan için ölmek onun için yaşamaktan, öğrenmekten vatanın ve halkın refahı için çalışmaktan daha az değerli bir kahramanlık değildir’ ifadeleri benim en beğendiklerim oldu.


Bunun gibi birçok konuda halkı aydınlatıp eğitmeye uğraşan Snelman ve arkadaşları çocukların eğitiminin daha önemli olduğunun farkındaydı. Ebeveynlerin çocuklarıyla yaşadıkları kuşak kargaşası çocukların ebeveynlerinin anlattıklarını dinlememelerine sebep oluyordu. Ebeveynlere çocuklarının akıllarının ve yüreklerinin şefkatle ve bilgelikle terbiye edilmesi gerektiğini anlatıyorlardı.


İnsanların ihtişam, gösteriş ve gürültülü eğlencenin olduğu hayat biçiminin insanlar arasında kıskançlığa ve öfkeye sebep olduğunu toplumun ise bu şekilde kabalaştığını düşünüyorlardı ki bence çok da haklılardı. ‘Halktaki kabalığın yumuşatılması, halk kitlelerin yetiştirilmesini ise kimse düşünmüyor. Kimse bir şey yapmıyor’ ifadeleriyle tepki gösteriyordu. Snelman yaptığı konuşmalarda halkın sade, düzenli ve ahlaki değerlere sahip insan olmasının öneminden bahsediyordu.


İnsanların eğitimlerinin ve akıllarının geliştirilmesine ek olarak maneviyat için bu özenin gösterilmediğini fark eden Snelman ‘Ekin ekmeyi, hayvan yetiştiriciliğini; tuğla, kağıt, kumaş imalatlarını geliştirmişler elbet. Ama milyonlarca emekçi insanın aklını, ruhunu, sağlığını, rahatlığını ve tokluğunu geliştirmeyi düşünmemişler veya düşünmek istememişler’ düşüncesine sahipti. Halktaki her kesimin refah bir hayat sürmesi gerektiğine inanıyor bunun için uğraşıyordu.


Kitap içerisinde Türklerle ilgili kullanılan zorbalık ve daha sert ifadelerin nasıl bir kaynak kullanılarak kaleme alındığını bilmiyor ve yazılanlara karşı tarafsızlığımı koruyamayacağımdan kaynaklı olarak bir şey belirtmek istemiyorum.


Kitabın devamı ise yukarıda belirttiğim ve bunun gibi birçok sorun teşkil eden, ilerlemeyi engelleyen, toplumu içten içe sınıflara ayran sistemleri yıkmak için yapılaması gerekenleri teşvik eden konferansların ve olumlu sonuçları bulunuyor. En alt kesim ve en üst kesim olarak tanımlasak bile ülke halkı bir bütün olarak çok çalışmış ve bugünkü refah ve eğitim düzeyi çok yüksek bir gelişmiş ülke olan Finlandiya oluşmuştur.


Rümeysa DEMİRCAN


382 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


bottom of page