Alabildiğine mavi bir gökyüzü yer yer beyaza uğramış. Bir sarı kırılmakta aralarında. Öyle bir sarı ki bu, sanki teninden geçip yüreğine işliyor. Sıradan adamın gözlerini açtığında gördüğü ilk şey, işte bu üç rengin dansıydı ve ardından yağmur yağdı.
Neredeydi, nereden gelmişti, nasıl gelmişti bilmiyordu ama taştan -bazen elmastan- yapılmış teknesine iki kuş kondu, içi ısındı. Küçük kanatları olan küçük birer serçe gibiydiler, en az serçe kadar sıradandılar ama sıradan olmayan bir güçleri vardı sanki. Her şeyi bilen bir sesleri vardı. Bazen öyle güzel ötüyorlardı ki sıradan adamın kalbi ritim tutuyordu şarkılarına, sustukları zamanlarda seslerini özlüyordu. Kafasını kaldırdı sıradan adam, gökyüzünden daha mavi bir okyanus gördü ama güvensiz, bilinmez. Başı yok, sonu belli değil. Kaç tekne gördü bu okyanus, tuz kokan göğünde başka kuşlar da uçtu mu? Öylece olduğu yerde kaldı taştan teknesinde. Zaman geçti, yol da kendiliğinden geçti. Yağmur bazen yağdı bazen durdu. Bazen başını okşadı bazen ise canını yaktı ama o kuşlar hep vardı.
Sıradan bir adamdı. Saçları sıradan, gözleri sıradan, boyu ne uzun ne kısa, belki ismi bile sıradandı. Sanki herkesin bildiği biriydi, tanıdığı biri. Zaman geçti, yol da geçti. Taştan teknede iki kürek belirdi; tahtadan değil, demirden değil, taştan değil. Sanki hayattandı. Sıvadı kollarını sıradan adam; sıradanmışçasına, geliş nedeni oymuşçasına çekti kürekleri zayıf ve sıradan kollarıyla. Sahi gerçekten neden gelmişti, nereden gelmişti? Peki, nereye gitmekteydi? Yağmur eskisi kadar sık yağmıyordu. Bazen yağacak gibi oluyordu, mavilikler daha sık kirleniyordu griyle ama yağmıyordu. Ha bir gayret kürek çekiyordu herkesin tanıdığı adam ama nereye gidiyordu? Bazen yoruluyordu, bırakacak gibi oluyordu. Gri, kahve, mavi, belki yeşil ve biraz da elmastan teknesini bırakıp mavinin ortasına atlamak istiyordu ama yapamazdı. Okyanus da en az gittiği yer kadar sırlıydı. Böyle zamanlarda yağmur her zamankinden daha şiddetli yağardı ancak böyle şiddetli yağmurlardan sonra o mavi gökyüzü her zamankinden daha mavi, beyaz bulutlar her zamankinden daha rahat olurdu. Yeni renkler keşfederdi, yeni ve parlak renkler. Yolu aydınlanırdı. Okyanusun dalgaları bazen onu yumuşak yumuşak ileri atıyordu. Bazen duruluyor bazen ise onu geriye götürüyordu. Öyle zamanlar oluyordu ki o büyük dalgalar, o teknesine çarpıp sonra beyaz bir köpük gibi dağılan dalgalar, kendisini de dağıtacak sanıyordu. Çarpıp geri giderken onu da götürecek, teknesini yıkacak. Evet, taştan gemisinin elmaslarına zarar verdiği zamanlar oluyordu ama o elmaslar ışıldamaya, parlamaya devam ediyordu.
Sonra bir gün kuşlardan biri uçtu, ardından yağmur yağdı. Yağmur bu sefer her zamankinden daha şiddetli yağdı. Griler maviye hücum etti. Sarı ışık kırılmıyordu renklerine, beyaz bulutlar kirlenmişti sanki. Sandı ki sıradan adam, gökyüzü bir daha mavi olmaz, güneş bir daha çıkmaz, yolum artık aydınlanmaz. Zaten nereye gittiğini bilmeyen bir adamdı, artık daha da kaybolmuştu ama yağmur durdu, güneş açtı, gökyüzü yine mavileşti. Nefes aldı adam; derin, içten bir nefes, sıradan bir nefes, sıradan göğsünü dolduran ve rahatlatan. “Nere”yi buldu önce, sonra “nereye”yi. Nerede olduğunu anladığında sıradan kollarına güç geldi. Kuşu uçtuğunda teknesi genişledi. Belki taştan genişledi belki elmastan, fark etmez, zaten kuşa gitmekteydi, kuşların diyarına. Güçlenen sıradan kolları daha gayretliydi şimdi. Eskisi kadar çabuk yorulmadı. Kemik ve etten değildi sadece; duygudandı, inançtandı. Yağmur yağdı, yağmak zorundaydı ama bulutlar eskisi kadar canını sıkmadı sıradan adamın. Kuşlardan diğeri de uçunca pes edecek gibi oldu ama durmadı. Daha da güçlendi sıradan adam. Yolda giderken diğer sıradanları gördü. Herkes en az onun kadar sıradandı. Bazısı onun gibi gayretli, bazısı vazgeçmiş. Çaresizliği okudu insanların yorgun yüzlerinden, kötüyü, savaşı, hırsı ve güzel olan her şeyi. Terk edilmiş tekneler gördü, mavi okyanusun derinliklerinde kaybolanları. Sıradan adam yolda hiç de sıradan olmayan şeyleri gördükçe artık farklılaştı. Ne gözleri sıradan bakıyordu şimdi ne de gülüşü sıradandı. İsmi bile anlam kazandı. Yağmur bile farklı yağıyordu artık. Teknesi taştan olmuş ya da elmastan, umursamadı. Ha bir gayret küreklerine asıldı. Canını sıkmadı dalgalar.
Elbette yağmur yağacaktı. Başka kuşlar kondu teknesine; bazısı kaldı, bazısı uçtu, bazısı vazgeçti. Yılmadı. Yağmur yağacak ve güneş açacaktı, bazen ise yorulacaktı. Yolda diğer sıradanları gördüğünde şaşıracaktı, çoğu zaman onu görenler de şaşırırdı zaten. Sıradan, önemsiz teknesinde hiç de sıradan olmayan bir adamdı ve hiç de sıradan olmayan bir yere gitmekteydi. Kuşların geldiği yere, kuşların sahibine. Yağmur elbette yağacaktı, onun yağmuru bir gün başkalarına yağacaktı.
Sinem KOÇ
Comments